Amerika’da Uluslararası Öğrenci Olmak



Amerika gibi yabancı bir ülkede yepyeni bir kültür ve hayata adapte olmak kolay değildir. Öğretme stilleri değişiktir ve kültürel değişiklikler ve eve olan özlem ilk başlarda problem olabilir. Hotcourses bu süreçle ilgili bir makale hazırladı.

Soru&Cevap
 Jess Murphy, Vietnam'dan gelen ve Amerika'daki Oregon State Üniversitesi'nde eğitim alan Mai Nguyen ile deneyimleri hakkında bir röportaj yaptı.


Şu an hangi üniversitede okuyorsunuz?
 

Amerika'da Oregon Eyalet Üniversitesi'nde
Üniversite seçiminizde neleri göz önünde bulundurdunuz ve neden bu okulu, bölümü seçtiniz?
 Kararımı vermeme etken üç neden var. İlki Oregon'da çok küçük bir Vietnam nüfusunun olması. Tamamen yeni bir kültür içinde yaşamak istiyordum ve geldiğimde kendi milletimden insanlarla değil değişik kültürden insanlarla eğitim almak istedim. İkinci sebep buranın çok güzel bir yer olmasıydı. Benim yetiştiğim şehirde doğayla içiçe olmam imkansızdı. Burda ise kampüsün içinde bir göl ve ormanımız var. Bu da hep hayal ettiğim birşeydi. Üçüncü sebep de bu okul için bir burs kazanmış olmam.


Neden Amerika'da okumayı tercih ettiniz?
 

Bir çok öğrenci gibi ben de Amerikan hayalini yaşamak istedim. Bunu yapabilmek için okuma, konuşma, yazma gibi becerilerimi geliştirmek istedim. Kolej büyük bir proje ve ilk başta planlamam gereken bir çok şey oldu.
Üniversiten ilk haftalarda yeni hayatınıza adapte olabilmeniz için neler yaptı?
Profesörlerimden biri bana çok yardımcı oldu. Onu mentorum olarak görüyorum. Ekonomi profesörlerim ve sınıf arkadaşlarımda bana çok iyi davrandı ve ilk haftalarımda çok yardımcı oldular.

En uygun konaklamayı nasıl buldunuz?
 Buraya geldiğimden beri Orchard Court Family Housing'de yaşıyorum. Buradan mezun olan arkadaşlarımın tavsiyeleri beni buraya yönelttti. Burası uygun fiyatlı ve bir çok ücret kiranın içinde, sadece elektrik faturaları ekstra. Burada aynı zamanda bir topluluk var ve aileler için bile uygun çok güzel bir yer.


Üniversitenizdeki sosyal hayata nasıl alıştınız?
 Üniversitedeki uluslararası öğrenci topluluğu(ISOSU) ve kültürlerarası servis programına(ISCP) katıldım.
 Bu gruplar sayesinde Amerika ve diğer ülkelerden gelen öğrencilerin kültürleriyle tanıştım. Okula ilk geldiğimde dünyanin her yerinden insanla tanışacağımı tahmin edemezdim.

 Uluslararası Öğrenci Servisi( ISS)'de öğrencilerin sosyalleşmesi için etkinlikler düzenlemekte ve böylelikle birçok öğrenciyle tanışma fırsatı buldum.

İlk senenizde yaşadığınız en büyük zorluklar nelerdi?
 Yeni kültürdeki düşünme biçimine alışmam zaman aldı. İngilizce konuşabilsem de ilk etapta yerel insanlarla iletişimim kuvvetli değildi. Ilk hedeflediğim şeylerden biri sınıfta olan bir tartışmaya katılabilmek veya ekonomi hakkında fikirlerimi sınıfta beyan edebilmekti. Bunun için gazete ve kitaplar okudum ve bu konuda kendimi geliştirdiğımi düşünüyorum

RÜYALAR ÜLKESİ AMERİKA

   Amerika Birleşik Devletleri, kısaca ABD, Kuzey Amerika kıtasında yer alan, 50 eyaletten oluşan federal bir devlet. ABD Anayurdunun komşuları, kuzeyde Kanada ve güneyde Meksika'dır. Resmi kuruluş tarihi 4 Temmuz 1776'dır.
   Amerika Birleşik Devletleri; doğuda Atlas Okyanusu'ndan batıda Büyük Okyanus'a kadar 4.500 km genişliğindedir.
    Alaska ve Hawai'yi de içine alan Amerika Birleşik Devletleri'nin 9 milyon kilometrekareden fazla yüzölçümü vardır. Alaska, Kanada'nın kuzeybatısındadır. Hawai ise, Büyük Okyanus'ta olup, kıta üzerindeki Amerika Birleşik Devletleri'nden 3.200 kilometre uzaklıktadır. Alaska 50 eyaletin içinde yüzölçümü en fazla olanıdır. Ülkenin güney tarafında bulunan Teksas ikinci gelmektedir.
İklim
Amerika Birleşik Devletleri'nde çok değişik iklimler görülür. Doğu ve batı kıyılarındaki sıradağlar, okyanusların iç kısımların iklimine tesir etmesini önlediklerinden, bu kıyı şeritleri hariç bütün ülkede kara iklimi hakimdir.
Orta kısımlar çok yüksek olduğundan, mevsimler arasında pek fazla sıcaklık farkı yoktur. Appalachian Dağları mühim bir engel meydana getirmezler. Yaz mevsiminde orta bölgelere alçak basınç hakim olmasına rağmen, okyanustan gelen nemli hava Appalachianlar tarafından engellenmediği için orta bölgeler yaz mevsiminde bol bol yağış alırlar. Batı taraflarında ise yağış daha azdır.
Atlantik Okyanusu'na kıyı olan şeridin güney kısmı nisbeten yağışlı ve ılıman olmasına rağmen, kuzeyi daha serin olup kışları pek şiddetli geçer.
Meksika körfezine bakan güney kısım açık ve düz olduğundan bu kısımlarda tropikal iklim hakimdir. Burada yazlar sıcak, kışlar ise ılımandır. Her mevsimde bol yağış görülür. Alaska kıyı şeridi, denizden etkilenen bir iklime sahip olmasına rağmen, iç kısımlarında çok şiddetli soğuklar görülür.
Siyasi Yapı
Yönetim biçimi: Amerika Birleşik Devletleri 50 eyaletten meydana gelen bir federal birliktir. Ulusal hükümetin merkezi, District of Colombia'dır. Anayasa, ulusal hükümetin bünyesinin ana hatlarını tesbit eder. Yetkileri ile faaliyetlerini belirtir. Kendine has anayasa ve yetkilere sahip olan her eyalet de öteki işlerden sorumludur. Her eyalet; yönetim bakımından şehir, kasaba, nahiye ve köylere ayrılmıştır. Her eyaletin seçimle gelmiş kendi hükümetleri vardır.


Hükümet: Amerika'da hükümet, halk hükümetidir; halk tarafından kurulur. Kongre üyleri, başkan, eyalet yetkilileri, kasaba ve şehirleri yönetenler halk tarafından seçilir. Hakimler de, doğrudan doğruya halk tarafından seçilir veya seçilmiş yetkililer tarafından tayin edilir. Kamu görevlileri, görevlerini iyi yapmadıkları veya kanunları ciddi bir şekilde ihlal ettiklerinde görevden uzaklaştırılabilirler.

Anayasa, kişilerin hak ve hürriyetlerini teminat altına almaktadır. Bu hak ve hürriyetler, 1791 de anayasaya eklenen ve İnsan Hakları Beyannamesi adı verilen ilk on değişiklikte belirtilmektedir.
Anayasa, hükümetin yetkilerini üçe ayırmıştır: Başında başkan olan yürütme, Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere kongrenin her iki kanadını ihtiva eden yasama ve başta yüksek mahkeme olmak üzere yargı. Anayasa, her birinin yetkisini sınırlamakta ve birinin gereğinden fazla yetki sahibi olmasını engellemektedir.
Eyalet hükümetlerinde de, sistem, federal hükümet sisteminin hemen hemen aynıdır.
Her eyalette yürütme kuvvetinin başında bir vali vardır. Eyalet hükümetleri düzeni koruma, çocuk ve gençlerin eğitimi, yol inşaatı gibi işlere bakar. Federal hükümet, milli ve milletlerarası ve birden fazla eyaleti ilgilendiren meselelerle uğraşır. Vatandaşların günlük hayatını etkileyen kanunlar, şehir ve kasabalardaki polis teşkilatı tarafından uygulanır. FBI diye bilinen Federal Soruşturma Bürosu; eyalet sınırlarını geçen suçluları, federal kanunlara aykırı hareket edenleri araştırır ve takib eder.
Federal hükümet: Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, genel seçimle dört yıllık bir süre için seçilir. Seçilen Başkan, sürenin sonunda bir devre daha seçilebilir. Başkanın Amerika da doğmuş ve yaşının en az otuz beş olması gerekir. Yılda 200.000 dolar üzerinde maaş ve ilaveten masrafları için de 50.000 dolar alır; fakat bunların toplamı üzerinden gelir vergisi öder. Ayrıca seyahat ve misafir ağırlama masrafı olarak vergiye tabi olmayan 100.000 dolar alır.
Başkan, Kongre tarafından onaylanmış bir kanun tasarısını veto eder veya bunu imzalamayı reddederse; Kongre nin her iki kanadı tarafından üçte iki oyla alınan bir karar bu vetoyu hükümsüz kılar ve tasarı kanunlaşır. Başkan; federal hakimleri, büyükelçileri, yüzlerce hükümet yetkilisini tayin eder. Başkanın ölümü, istifa etmesi veya kalıcı olarak sakatlanması halinde görevi seçime kadar başkan yardımcısı yürütür.
Birleşik Amerika Anayasası uyarınca, görev süresi tamamlanmamış bir Başkan, ancak görevi kötüye kullandığı iddiasının, yeterli delile dayanılarak, Temsilciler Meclisinde üyelerin üçte iki çoğunluğunun tasdik etmesi ile görevden alınabilir. Bugüne kadar yalnız bir Amerikan Başkanı görevi kötüye kullanmakla suçlanmıştır. O da 1868 de muhakeme edilerek beraat eden Andrew Jackson dır. Ancak 1974 te Başkan Richard Nixon dahil, yüksek makamda birçok yetkilinin karıştığı seçim kampanyasında kanundışı para toplama olayı mahkemeye intikal etti. Watergate olarak adlandırılan bu olayda Nixon, mahkemeye çıkmadan istifa etti ve yerine Gerard Ford geçti.
Yasama kolu olan Kongre; Senato ve Temsilciler Meclisi'nden meydana gelir. Senatörler 6 yıl, Temsilciler Meclisi üyeleri ise iki yıl için seçilirler. Senatör ve Temsilciler aday olmak istedikleri sürece tekrar seçilebilirler.
Elli eyaletin her biri, Kongre ye iki senatör gönderir. Senatonun üçte biri, her iki yılda bir seçilir. Senatör seçilmek için adayın otuz yaşını doldurması ve seçilmesinden en az dokuz yıl önce Amerikan vatandaşı olmuş bulunması şarttır.
Temsilciler Meclisinin 435 üyesi vardır. Her eyalet, kendi nüfus oranına göre belli sayıda üyeye sahiptir. Eyaletler aşağı-yukarı eşit nüfuslu seçim bölgelerine ayrılır ve her bölgenin seçmenleri Kongre ye bir temsilci üye seçerler. Bir üyenin en az yirmi beş yaşında ve en az yedi yıllık Amerikan vatandaşı olması gerekir.
Bir tasarının kanun olabilmesi için hem Senato hem de Temsilciler Meclisi tarafından tasdik edilmesi gerekir.
Dış siyaset: Ülkenin kuruluşundan beri dış siyasetin yönetiminde başlıca söz sahibi Başkan olmuştur. Bununla birlikte, yetkileri sınırsız değildir. Giriştiği taahhütlerin Kongre tarafından tasdik edilmesi gerekir.
Amerika, Birleşmiş Milletlerin Anayasası uyarınca kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı (NATO), Amerika Devletleri Teşkilatı (OAS) gibi bölge savunma gruplarına ve barış ile gelişmeyi destekleyen diğer kuruluşlara da katılmıştır.
   Nüfus ve Etnik Yapı
Amerika Birleşik Devletleri'nin nufusu çok sayıda değişik unsurdan oluşmaktadır. 2006 sayımına göre nufusu 1 milyon ya da üzerinde olan 32 tane grup vardır. Nufusun çoğunluğu (%81) beyaz ve Avrupa kökenlidir. Bunu %13 ile Latin Amerika kökenliler izlemektedir. Nufusun %13'ü siyahidir. Bunlari çoğunluğu sömürgeler zamanında Afrika'da zorla getirilen insanlardan gelmektedir, ama büyük bir bölümü son yıllarda Afrika ve Karayipler'den göç etmiştir. Nufusun %4'ü Asya kökenli, %1'i ise Amerikan Yerlisi'dir.
Amerika'nın yönetimindeki topraklar:
Karayipler denizinde 9000 kilometrekarelik bir ada olan Porto Riko, Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlıdır. 3.410.000 nüfusu Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıdır. Valilerini ve yasama meclislerini kendileri seçerler.
Yine Karaipler denizindeki Virgin Adaları 1917 yılında Danimarka'dan satın alınmıştır. Adanın yüz bin nüfusu Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olup, valilerini ve tek yasama organı olan senatoyu kendileri seçerler. Virgin Adaları'nda 346 kilometrekare yer tutan elli küçük ada vardır.
Panama ; kanalın iki tarafında sekiz kilometre uzunluğunda bir kara şeridi olan Panama Kanalı Bölgesi, iki ülke arasındaki antlaşmalar uyarınca, 1904'ten 1978'e kadar Amerika'nın kontrolü altındaydı. 1978'de iki ülkenin liderleri bölgenin %65'ini 31 Aralık 1989'da ve geri kalan kısmını da 2000 yılında Panama'nın kontrolüne veren yeni bir antlaşma imzaladılar.
Birleşik Devletlerin kanalın savunması ve işletilmesindeki sorumluluğu tarihte Panama'ya devredilmiştir.
 Eyaletleri
Alabama, Alaska, Arizona, Arkansas, Kaliforniya, Kolorado, Connecticut, Delaware, Florida, Georgia, Hawaii, Idaho, Illinois, Indiana, Iowa, Kansas, Kentucky, Louisiana, Maine, Maryland, Massachusetts, Michigan, Minnesota, Mississippi, Missouri, Montana, Nebraska, Nevada, New Hampshire, New Jersey, New Mexico, New York, Kuzey Karolina, Kuzey Dakota, Ohio, Oklahoma, Oregon, Pensilvanya, Rhode, Island, Güney Karolina, Güney Dakota, Tennessee, Teksas, Utah, Vermont, Virjinya, Washington, Batı Virjinya, Wisconsin, Wyoming, Amerikan Samoası, Guam Porto, Riko, Kuzey Mariana Adaları, ABD Virgin Adaları


Green Card Başvuru Formunu Doldurma Resimli Anlatım

Arkadaslar adim adim siteden almış olduğum resimleri açıklamaya çalışacaığım.Burada en önemli konu türkçe karakter sorunu.Bu sebebten dolayı bir çok insan daha lotoya girmeden elene biliyor.Bu formun hiç bir yerinde türkçe karakter kulanmıyoruz.Örneğin isim ,soyisim bölümünde `umut akgül` ismini `umut akgul` şeklinde girmeniz gerekecektir.Buna dikat ederek tüm formu doldurmaya başlayalım.
 a -Soyadınızı giriyorsunuz.
b -Adınız giriyorsunuz
c -Eğer var ise ikinci adınızı kulanıyorsunuz.Yoksa resimde görüldüğü gibi No middle name tıklıyorsunuz.
Doğum gününüzü sırasıyla GÜN,AY,Yil olarak giriyorsunuz.
 Cinsiyet ile ilgili bölüm Erkek isteniz Male ,Bayan iseniz Female işaretliyorsunuz.
Doğduğunuz Şehri buraya yazıyoruz
Doğduğunuz Ülkeyi buraya yazıyoruz.
Programa katılım için uygun olduğunuz ülke normal şartlarda doğduğunuz ülke olacaktır. Uygun olduğunuz ülke yaşadığınız yerle ilgili değildir. Eğer DV programına katılıma uygun olmayan ülkelerden birinde doğmuşsanız başka bir ülke kotasından yararlanıp yararlanamayacağınızla ilgili bilgilere bakınız.
Türkiye için yes demeniz gerekiyor.
Eğer no dediyseniz yukardaki linkten diğer seçeneklere bakabilirsinız ve aşağıda o ülke seçiminizi yapıyorsunuz.
Bir çok arkadaş bu bölümde çok zorlanıyor.Çünki dv bu bölümde boyut olarak istediği format dışına çıktığınız zaman başvuruları kabul etmiyor ve ısrarla sizi gereken formattaki resminizi yüklmeye zorluyor.Bu sorunu photoshopta hal edebiliriz.Bir fotoyu istenilen boyuta getirmek için Tıklayın.Ayrıca sisteme yükleyeceğiniz resmin bir çok özelliği vardır.Ben tamamen bu özelikleri içeren bir resim koymamama rağmen bir sorun çıkmadı.Yinede tedbiri elden bırakmayıp kurallara uygun bir resmi koymanızı öneririm.Resim için belirlenmiş kurallar lütfen Tıklayın.

8a-Postayı alacak kişinin adı,
8b-Açık adres 1. satır


8c-Açık adres 2. satır,8d-şehir/kasaba
8e- Bölge,8f-Posta kodu,8g-Ülke

Hali hazırda yaşadığınız Ülkeyi seçiyorsunuz.
Tercihe bağlı telefonunuz.Yazmasanızda olur.
Doğrudan erişiminiz olan bir e-posta adresi veriniz.Kurayı kazanmanız durumunda bu adrese herhangi bir bildirim yapılmayacaktır.Ancak kurayı kazanırsanız ve Kentucky Konsolosluk Merkezi tarafından gönderilen resmi mektuba cevap verirseniz daha sonraki yazışmalarınız e-posta yolu ile olabilir.Yani buraya e-posta yazmanız yararınıza olacaktır.
Tahsil durumunuzu seçmeniz gerekiyor .Sırasıyla şöyle –> (1) Sadece ilkokul, (2) Lise terk, (3) Lise diploması, (4) Meslek yüksekokulu, (5) Üniversite terk, (6) Üniversite diploması, (7) Yüksek lisans terk, (8) Yüksek lisans diploması, (9) Doktora terk, (10) Doktora diploması.
 Medeni haliniz  (1)Bekar, (2)Evli, (3)Boşanmış, (4)Dul, (5)Yasal olarak ayrı

Başvuru formunda eşinizin ve tüm 21 yaşından küçük ve evli olmayan çocuklarınızın (kanunen evlat edinilmiş ve üvey çocuklar da dahil olmak üzere), halihazırda ABD vatandaşı olan veya göçmenlik hakkına sahip çocuklar hariç, çocuklar sizinle ikamet etmiyorlarsa dahi, çocukların anne/babasıyla olan evliliğiniz sona ermiş olsa dahi veya DV programı ile göçmenlik hakkı almak istemiyor olsalar dahi, adlarının, doğum yeri ve doğum tarihlerinin belirtilmesi ZORUNLUDUR. Evli veya 21 yaşının üzerindeki çocuklar çeşitlilik vizesinden yararlanamayacaklardır. Bu bölüme çocuk sayımızı giriyoruz.Ve continue tikliyoruz.Hayirli olsun …:)Başvuru sonrasında çıkan ekranda yazan CONFIRMATION NUMBER’ı bir yerlere not etmeyi unutmayın.Sonuça bakarken işinize yarayacaktır.

Amerikada Bir Türk Yoğurtçu – Chobani Başarı Hikayesi


2007 de yarattığı Chobani yoğurt markasıyla 3 yıl gibi kısa sürede Amerikan yoğurt piyasasını ele geçiren Hamdi Ulukaya 1.1 Milyar dolarlık servetiyle Forbes küresel milyarderler listesine adını yazdırdı.

Hamdi Ulukaya sadece başarılı bir girişimci değil, ABD, Kanada, Avustralya ve İngiltere’ye uzanan milyar dolarlık bir markanın yaratıcısı ve küresel piyasaya hükmeden 1426 insandan bir tanesi.

Kendisini özel biri olarak görmeyen Ulukaya, mütevazı kişiliğiyle dikkat çekmekte. Başarısının en büyük sırrının özgüven olduğunu ısrarla belirtmektedir. Onu özel kılanın bu özgüveni olduğunu ısrarla sö9ylemekte.

Onun hayat hikayesi ne kadar özgüven dolu biri olduğunu ortaya koyuyor aslında, hangimiz Ankara Siyasal gibi bir üniversitenin 2. Sınıfında, ben ABD’ye gidiyorum diyerek okulumuzu bırakıp, hiç dil bilmediği bir memlekette böyle bir başlangıç yapabiliriz ki?

Birkaç yıl ABD’de çalıştıktan sonra, 2005 yılında Kraft Food’un boşalttığı tarihi fabrikayı alarak işe başlıyor. 2 yıl boyunca fason üretim yapan Ulukaya, daha sonra 2007 yılında kendi markasıyla üretim yaparak New York’ta ki marketler zincirlerine yoğurt satmaya başlıyor. Böylelikle “ Chobani “ nin Amerika serüveni başlamış oluyor.
Ulukaya’nın Chobani markasını yarattığı 2005 senesi öncesinde, Yunan yoğurdu piyasasının büyüklüğü, sadece 35 milyon dolarken, 2012 senesinde pazarın %48’ine sahip Chobani ile toplam Pazar büyüklüğü 2,1 Milyar dolara yükselmiştir. Son 5 yılda ki büyüme oranı % 5900 olarak gerçekleşmiştir.

Böylesine bir Pazar diğer büyük firmalarında iştahını kabartmış ve büyük firmalardan PepsiCo 206 Milyon dolarlık yatırımla, 350 bin metrekarelik tesisiyle pazardan pay alma yarışına girmiştir. Şu an konuşulan rakamlar Amerika’da ki yoğurt piyasasının 9 milyar dolara ulaşacağı yönde, bu geleneksel yoğurt üreticilerinin de iştahını kabartmakta ve yatırımlar hızla artmaktadır.

Ancak tüm uzmanların ortak görüşü yoğurt piyasasında Ulukaya’nın markası Chobani ile rekabet etmenin imkânsız olduğu görüşünde birleşmekte. Ernst & Young dergisi başarılı girişimciyi 2012 yılında ABD’nin en iyi girişimcisi seçmiştir.

AMERİKAN METROPOLÜ: NEW YORK'TA YAŞAM



New York....New York... Herkesin görmek istediği bir kent. New York "big Apple" (büyük elma) diye anılır. New York'lu "I love NY" sloganını taşıyan rozetler takar, tişörtler giyer.
New Yorklu evinin kapısına en az üç kilit takar. İçeri girer girmez sürgüler vurur kapısının ardına. Pencerelerini sımsıkı örter. New york'lu kimseye kapısını açmaz, evi kale gibidir. Fakat New Yorklu yine de evinde bile korkuyla yaşar.
New York'ta insanlar tedirgindir, Sokakta dikkatle yürürler. Göz göze gelmekten bile kaçınırlar. Yardımlaşma ve anlayış gibi duygular silinmiştir. "Elini verirse kolunu kaptırmak" korkusuyla kimse kimseye yardım etmez. Birkaç zenci genci birarada gören New Yorklu, her ihtimale karşı yolunu değiştirir. New York'ta insanlar arasında iletişimi, dayanışmayı ancak facialarda, kazalarda, ya da tünellerde trenler bozulup kaldığında gördüm. New York'ta arabasını park eden kişi, ertesi gün geldiğinde camlarını kırılmış bulmamak için dua eder. Hele arabası yeniyse, alarm takar, direksiyona çelik çubuk bağlar. Arabasını asla radyosuyla bırakmaz, çünkü hemen camını kırıp çalarlar.
Kadınlar değerli yüzük, kolye, bilezik filan takamaz, çünkü koparıp alırlar. Gösterişli giyim, "gel beni soy" demektir. Yolda birisi yaklaşır da konuşmaya, bir şey sormaya kalkarsa, görmemezlikten ve duymamazlıktan gelir geçer çokları.
Evine kapanır, televizyonu açar haber dinler insanlar. Haberler soygun, cinayet, her türlü saldırı, kurşunlanma, tren altına itilme ve benzeri olaylarla doludur. Bu insanı daha da korkutur. Pencerelerine çelik koruyucular taktırır.
Böyle bir kent sevilir mi? Böyle bir şehri ancak ayağı sokağa değmeyen, trene binmeyen, alışverişe gitmeyen zengin sosyete sever. Çünkü bunlar gökdelenlerinin tepesinde, etrafları "body guardlarla" dolu, günlük tehlikeden uzak rahat bir hayat yaşarlar. Yine de korku içindedirler. Lüks otellere, balolara, partilere, yalnız zenginlerin girebileceği eğlence yerlerine gittiklerinde bile, limozinlerinden inip üç adımda kendilerini içeri atmaya korkarlar. Ne olur ne olmaz diye, mÜcevherlerini içeri girince takarlar. Çıkarken saklarlar.
New York'ta her an kendini insan seli içinde bulursun. Bir gökdelenden aşağı baktığında on binlerce karıncanın oraya buraya hızla koşturduğunu görürsün. Hava kararınca bu sel durulur. Herkes evine çekilir. New York'ta eğlence ve seks bölgeleri sabaha kadar uyanıktır. Kırkikinci Caddeyle sekiz ve dokuzuncu Avenüler ve Times Square, x-rated filmler oynatan sinemalar, uyuşturucu madde ya da kendilerini satanlar, dünyanın sonunun geldiğini cırrak cırrak ilan edip "tövbe edin!" diye öğüt verenler, "en iyi çıplak show burda, gel!" diye kapıda dikilenler, 25 cent'e küçük bölmeli kutularda seyredilen seks filmlerinin görüleceği yerlerdir.
Geceleri daha da canlanan bir başka yer Greenwich Village ile onun hemen bitişiğindeki New York Üniversitesinin olduğu semttir. Bu semtte genellikle turistler, eksantrikler, el ele yürüyen ve öpüşen homoseksüeller, her tür müziğin bulunduğu eğlence yerleri, dünyanın hemen her ülkesini temsil eden lokantalar, küçük parklar ve buralarda uyuyan evsizler ve sızıp kalmış alkolikler görür insan. 
Geceleri hareketli olan bir başka yer de China Town (Çin Kasabası) ve Little Italia (Küçük İtalya) semtleridir. Buralar da dükkanlar, işportacılar, manavlar, lokantalar ve turistlerle doludur. Bütün bu yerler gerçekte halkın doldurduğu yerlerdir. Üst sınıfların gece eğlendikleri yerler başkadır.
A. 

New York. Öğle yemeği vakti. Bürolarda çalışanlar öğle tatilindeler. Kırkikinci Sokak ve Beşinci Caddedeki Büyük Kütüphanenin uzun basamaklarını oturan insanlar doldurmuş. Yiyor, içiyor, konuşuyorlar. Kütüphanenin önündeki caddede, palyaço giysili bir genç sihirbazlık yapıyor. Seyirciler çevresini sarmış. Gösteri bittiğinde de isterlerse para veriyorlar. Biraz ilerde, bir ressam bir duvarın kenarına sergilediği resimlerini satmaya çalışıyor. 
Kırkikinci Sokaktan karşıya geçip Beşinci Cadde üzerinde yürümeye başlayalım. Büyük bir kalabalık yolu tıkamış. Yaklaşıyoruz. 10 ile 16 yaşlarında 5 zenci genç portatif stereo teypten gelen ritmik tempoya uygun dans ediyorlar.
Kırkdokuzuncu sokakta, giysisi kırmızı siyah damalı, uzun boylu bir adam tulumuyla İrlanda müziği çalıyor. Pek durup dinleyen yok. Para veren de. Birkaç sokak ilerde Kilisenin önünde romantik gitar müziği dinliyor bazıları. Benim gibi eskiçağ romantikleri de kısa bir mola veriyor, dinliyor, içleniyor, bir dolar atıp yoluna devam ediyorlar.
Ellidokuzuncu sokağa ulaştığımızda, sokağın iki yanında iki küçük park görürüz. Birinde jaz müziği çalan bir gurup epey dinleyici çekmiş. Öbüründe ise birkaç genç klasik ve popüler Rock'n Roll müziği çalıyorlar. Müzik ruhun gıdasıdır derler. Derler demesine de, ah bir de aç miğdeyi doyursa n'olur!
Bu sokak müzisyenleri kış gelince ya Florida'ya, ya da Kaliforniya'ya doğru ekmek (ve de uyuşturucu madde) parasını çıkarmak için yola çıkarlar. Bu sokaktakilerin bütün umudu bir gün ünlü olmaktır. Çünkü ideoloji onlara umutsuz umudu, umut olarak verir. Aralarından ünlü olanlar da çıkar. Bu da Amerikan ideologları tarafından "Amerikan dream" denilen safsatanın desteklenmesi için kullanılır: Herkes zengin olabilir, herkes umduğunu elde edebilir.

B. SOKAKTA DİN VE SİYASET
Mücevher, altın, inci filan satılan, cıvıl cıvıl insan dolu olan zengin kirkyedinci Caddeyi geçtikten sonra Rockefeller Center'in önüne geliyoruz. Turistlerin de akın ettiği şahane görünümlü bir yer. Otuz yaşlarında kısa boylu sıska bir kadın çöp tenekesinin içine sarkmış yiyecek arıyor. Şansı yok. Doğrulup öteki çöp tenekesine yollanıyor. Çöplerin biraz ilerisinde, üzeri yüzlerce beyaz-madeni çivilerle dolu deriden siyah giysili, pahalı deri çizmeler giymiş dev gibi üç zenci, büyük bir tabelanın yanında nutuk atıyorlar. Tabelada uydurma dini resimlerle İncilden alıntılar var. Bu üç zenci, Yahudilerin Hz. İsa'yı öldürdüğünü, kiliselerin İncili yanlış yorumladığını, Hz. İsa'nın beyaz ırktan olmadığını; Amerikalı olmayan göçmenlerin Amerikalıların elinden, özellikle Amerikalı zencilerin elinden işlerini aldığını, bu yüzden işsizlik olduğunu; Harlemde Çinli ve Koreli gibi yabancıların iş yeri açmasının engelleneceğini, zenci işadamlarının iş açıp zencilere iş vermelerinin zorunluluğunu ileri sürüyorlar. Yaptıkları düpedüz ırkçılık ve din maskesi altında Yahudi düşmanlığı. Hep düşünmüşümdür: Bu iyi besili, dev yapılı genç adamlar kim? Gerçek işleri ne? Bu pahalı giysileri nasıl satın alabiliyorlar? Giydikleri tek bir çizme veya deri ceketi satın almak için normal bir işçi veya memurun bir haftalık gelirini yatırması gerekir. FBI mı besliyor bunları yoksa sivil polis mi (FBI Amerikanın federal sivil polis teşkilatıdır)?
Beşinci cadde'den bir an ayrılıp şöyle sekizinci Cadde'ye ve ötesine yürüyelim: Fal açıp geleceği okuyanlar, yıldıza bakanlar, muska yazanlar, aşk-evlilik-iş sorunlarına çare bulanlar, ermişler ve azizleri görürüz. Bunlar çoğunlukla bir avanak bulup soymak için, avlanan insanlardır. Ancak ermişler ve azizlerin para yapmakla uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Bazen Beşinci Caddede de ellerinde incil "dünyanın sonu yakın, tövbe et!" gibi sözleri bağırarak yürüdükleri olur. Bunlar, ne yazık ki, muratlarına erdiklerinden, aradıkları, umdukları başka bir şey kalmamış, kafayı üşütmüş zavallılardır. 

C. İŞPORTACILAR: PEKİ ZABITALAR NERDE?

İşportacıların durumu üzücüdür. Zor koşullarda özel girişimle karınlarını doyurmaya çalışırlar. Son zamanlarda, özellikle 1970'lerden beri artan bir şekilde, her semtte kalabalık sokaklarda işportacılar türedi. Beşinci Cadde boyunca yürüdüğümüzde hemen her adımda giysiden oyuncağa ve akla gelebilecek her türlü ıvır zıvıra kadar şeyleri satan işportacıya rastlarız. Bu işportacıların çoğunu ispanyollar, Orta Doğulular (Lübnanlılar, Filistinliler), Afrikalılar ve Amerikan beyazları oluşturur. Bazen polis gelir, kovalar, ceza yazar. Fakat çoğu kez görmemezlikten gelir. Belki de avantasını alıyordur polis, kim bilir?
Bir ara bu işportacılara resim, pankart, karikatür gibi popüler kültür maddeleri satan genç Ruslar da eklenmişti. Fakat şimdi pek görünmüyorlar.
Birkaç seneden beri, ellerinde çantyayla kol saati satan Afrikalı gençler türedi. Gece yarılarına kadar sokak köşelerinde satmak için dikilirler.
Son zamanlarda caddeyle kaldırım arasına küçük tezgahlarını açarak kitap satanlar türedi. Çoğunlukla eski dergiler, çocuk kitapları, sözlükler, ansiklopediler gibi şeyler satıyorlar.

D. ÜÇKAĞITÇILAR: BUL KARAYI AL PARAYI

Caddede, bir elinde deste ile yirmi dolarlıklar, ötekinde üç oyun kağıdıyla genç bir zenci çocuk bağırıyor: "Gel! Bas parayı! Hangisi? Vay be! Buldun valla! Al kırk kaat!" Kırk doları göstere göstere veriyor parayı basanın eline. Tabi parayı basan bu üçkaatçılık oyunundaki arkadaşı. Ve tekrar propagandasına devam ediyor: "Bak nasıl da kazandı!" Göstere göstere yayıyor üç kağıdı masa diye kullandığı karton kutunun üzerine ve etrafındakilere hitap ederek devam ediyor:
Hangisi? Bu mu? Hadi koy! Göster cesaretini!
Zorluyor merakla seyreden birkaç kişiyi. Gelip geçenler ilgiyle bakıyor önce ve, bir nazarda ne olduğunu görüp, durmadan yoluna devam ediyor. Bu oyuna en çok kananlar Amerikan turistleridir.

E. DİLENCİLER: ALLAH VERSİN!

Tanrı için üç beş kuruş lütfen, n'olur.
Tanrı versin. Yallah!
Ama Tanrı için!
Dedik ya, Tanrı versin. Çekil önümden! Kiliseni basamaklarını kirletiyorsun. Kiliseye giden milleti rahatsız ediyorsun!
Amerika'da yoksulluğun artışıyla dilencilik de hızla artmaktadır. Benim yaşadığım bölgede, (Queens denir), mahalle arasındaki parklarda uyuyan insanlar göremezdik 1980'lerin ortalarına kadar. Reaganomics'in de sayesinde, şimdi bu parkların kanapelerini ev bark edinmiş insanlar çoğaldı. Bazıları kadın. Bazılarının köpekleri bile var. Her yerde, özellikle metro girişlerinde, sinemaların önünde, ve insanların çok olduğu caddelerde dilencilere rastlarız. New York'da Kırkikinci Sokak ile Ellidokuzuncu Sokak arasındaki yürüyüşümüzde de birkaç çeşit dilenci görürüz. Kör bir dilenci, yanında köpeği, boynuna asılı bir tabela: "Tanrı seni korusun. Sen görüyorsun. Teşekkür ederim." Bir kilisenin önünde tekerlekli sandalyede, otuzlarında bir genç, aliminyum bir bardağı para atılması için uzıyor. Biraz ilerde bir beyaz adam "25 cent'in var mı, yiyecek birşey alacağım?" diye önüne gelene soruyor. Birkaç sokak ötede duvar dibine çökmüş perişan bir adam. Önündeki kartonda şunlar yazılı: "AIDS HIV POZITIF. VIETNAM VETERANI. LÜTFEN YARDIM ET." Daha ilerde bir kör kalem satıyor. Para verenler nadiren kalemi alıyor. Ötede bir kadın çocuğuyla oturmuş. Sessiz. Acıklı acıklı bakıyor gelip geçene. Bakan yok. Bir başka köşede elini yüzünü tamamiyle kapatmış biri çökmüş. Kadın mı erkek mi, ihtiyar mı genç mi, ne olduğu belli değil.
Karın doyurma, zıkkım sigarayı ve içkiyi ve de uyuşturucu maddeyi alma rekabeti meselesi: Dilenciler gittikçe daha da saldırgan ve ısrarcı olmaya başladı. Gelip "ver" diye önünü keserler. Trende veya yolda, bazıları önünde dikilir. "Hadi yardım etmeyecek misin? On kuruş bile yeter" der. Bazen bazıları birkaç beş kuruş ve birkaç tane de bir kuruş verirler. Dilenci bunu beğenmez, belki de hakaret sayar, ve geri verir veya kızıp yere atar. Beyaz bir genç. Görünürde hiçbir sakatlığı yok. 17-18 yaşlarında. Trenin içinde hem yürüyor hem de yüksek sesle yalvarıyor: "Hapisten yeni çıktım. Annem babam beni evden attı. Korkuyorum. Sığınağa ihtiyacım var. Korkuyorum. Bu kez birşey verin. N'olur. Korkuyorum. Sığınağa ihtiyacım var." Gencin gözlerine bakıyorum. Yeşil gözleri buğulu bakıyor, fakat kimseye bakmıyor. Göz sanki fokus kabiliyetini kaybetmiş. 
New York buz gibi soğuk. Kışın ortası, yıl 1994. Meşhur Radio City Music Hall'un önündeki caddenin bir alt köşesinde, genç bir kız çöp sepetiyle gazete bayisinin arasına oturmuş, dileniyor. Çöpleri koyduğumuz siyah kalın, plastik bir torbaya sarmış kendini. Para vermek için yaklaştım. Kızın çöp torbasından başka bir şey yoktu üzerinde: Çırılçıplaktı.
Bir tür dilencilik de özellikle zenci gençlerin yaptığı korkutarak adam yolmadır. Kırmızı ışıkta arabanız durur. Ellerinde kirli bir bezle, arabanın camını silmeye başlarlar. Yok falan demene kulak asmazlar. Sonra da başına dikilip para isterler. Çoğu insan korku belasına verir. Bazen de yolda yürürken, sana direk olarak gelip, sanki vermeye mecburmuşsun gibi "25 centin var mı, versene!" derler. Bu bazen seni soymaya kadar da gider.
Egemen kültür acıma gibi duygular üzerine değil, insafsızca "sahip olma" duygusu üzerine kurulduğu için, "yarışta kaybetmiş" olarak nitelenen dilencilere pek sempati duyulmaz. Dilencileri aşağılık, tembel ve hisleri istismar ederek para kazanmaya çalışan sefil fırsatçı olarak görülür. Para pek verilmez. Fakat dilenciliği televizyon yoluyla tanınmış bir kişi herhangi bir örgüt adına yapıyorsa (hasta çocuklara yardım, Afrika'ya yardım, kansere yardım, AIDS'e yardım gibi), o zaman durum birçokları için değişir: Örgütlü propagandaya ve sömürüye katılırlar. Bu katılmayla örgütlü-güçlülüğe katılma zevkini tadarlar. Verdiklerini de vergiden düşerler. Sokakta verince vergiden düşemezsin.

F. ÇÖP SEPETİNDE YİYECEK VE ŞİŞE ARAYANLAR 

Yol boyunca cadde kenarlarında yerleştirilmiş çöp sepetleri vardır. Bazılarında "New York'u temiz tutalım" yazılı. Neden yazılı? New York bir çöplük kadar pis de ondan!. Bir kadın çöp kutusunu karıştırıyor. İfadesiz bir yüz. Kimse umurunda değil kadının. Kadın aç. Şansı bu kez iyi. İnce bir çöpe takılı yalnız bir ikisi yenmiş parça şiş kebab buldu çöpten. Belli ki satın alan hoşlanmamış ve atmış. Kadın kuru kemikli küçük eliyle sıkı sıkıya sarıldı kararmış etlere. Ayrılmadı çöp tenekesinin yanından. Sol elinin kirli parmaklarıyla etleri kavrayıp birer birer sıyırıp ardı ardına ağzına attı. Sonra içecek aramaya başladı. Bulduğu birkaç boş soda tenekesini kafasına dikerek içindeki son damlaları midesine indirdi.
Artan işsizlikle birlikte kira ödeyemeyip evlerinden kovulan insanlar da artmaktadır. İşsizlik 1991'de % 6.7'den (8.4 milyon kişiden), 1992'de % 7.4'e (9.3 milyon kişiye) çıktı. Evsizlik, işsizlik ve açlık. Bedava yiyecek veren kurumların önünde kuyruklar gittikçe uzuyor.
Amerika'da içilen soda ve bira şişeleri ve tenekeleri çöpe atılırdı. Ekonomik baskılar ve çevrecilerin de etkisiyle N.Y. gibi birçok eyaletlerde şişe parası kesilmeye ve şişeler geri alınmaya başlandı. Fakat çoğu kişi alışkanlık nedeniyle ve tanesi beş cent olan bir teneke veya şişe için vakit harcama yerine çöp tenekesine atar. Bu "şişe başına beş kuruş" uygulamasıyla birlikte bazı fakirlere zengin olmak için bir iş alanı açıldı: Ellerinde büyük çöp torbaları veya el-arabaları, çöp tenekelerinden şişe aramaya başladılar. Her yaş ve ırktan olan bu kişilere kentin her yerinde sık sık rastlarsın.
Biraz kamburu çıkmış, sıska, kısa boylu bir adam, çamaşır taşıma için kullanılar tel el-arabasını çekerek bir çöp kutusuna doğru gidiyor. Arabanın içi soda ve bira şişesi ve tenekesi dolu. Adam, gözü çöp kutusuna dikili yaklaştı. El-arabasını çöp kutusunun yanına koydu ve çöpleri karıştırmaya başladı. Bulduğu soda tenekesini iyice boşalttıktan sonra el-arabasındaki torbaya yerleştirdi. (Bulduğu soda tenekelerinin içinde kalan son birkaç yudumluk sodayı içenleri de gördüm.) Aramasını bitirdi. Yoluna devam etti.
Mahallelerde herkesin çöp tenekesi evinin önündedir. Özellikle gece vakti ve sabahın erken saatlerinde şişe ve teneke aramak için bu çöp tenekeleri açılır, torbalar yırtılır ve çöp yerlere saçılır. Gündüz arayanlar çöpleri saçmamaya dikkat ederler. Çünkü herkesin gözü önünde yapamazlar. Saçılan çöpler zaten pis görünümlü sokaklara daha da rezil bir görünüm verir. Fakat halk alışır, alışmıştır. Görmez bile çöplükte yaşadığını. Kapıların önünde, pis kokulu çöplerin yanında, sohbet edilir. Hafta sonlarında, çöplük içinde piknik yapılır, sahilde pislikle dolu kumda yatılır.
Çöp tenekeleri fukaranın soda ve bira tenekesi ve şişesi toplayarak ekmek parası elde etmek için başvurduğu bir yer oldu. Kimbilir, kemerlerini sıkarak ve biriktirerek, birgün zengin bile olabilirler.

G. HOT DOG VE ŞİŞKEBAP

Bu yürüyüş sırasında bir tane bile bakkala veya manava rastlayacağımızı ummayın. Umud boşuna. Çünkü yoktur. Birkaç sene önce Roy Rogers açılmış. İçerde Pizza King'de var. Çoğunlukla, bizdeki tükrük köftesi satanlar gibi, sokakların köşesinde hot dog, şiş kebab, şiş tavuk, humus, sandaviç, dondurma, fındık fıstık ve meyva satanları görürsün. Tükrük köftecisinin arabasına benzer arabası olan bu satıcılar çoğunlukla beyazdır ve Yunanlı, Italyalı, Orta Doğulu ve Güney Amerikalıdır. İşleri de tıkırındadır. Bazen bu satıcılardan bazılarının pis ellerine ve tırnaklarına bakıp kusacak gibi olursun. Fakat özellikle öğle yemeği sırasında bu satıcıların arabalarının arkasında büyük kuyruklar oluşur. İyi giyinmiş, kravatlı ofis işçileri ve bürokratları, şık giyimli sekreterler ve turistler büyük zevkle yerler ve üzerine de soğuk bir kola devirirler. Bunlara çok uygun bir şekilde "fast food" (hızlı yiyecek) adı verilir: Hızla hazırlanır, hızla alınır, hızla miğdeye indirilir ve hızla hazmedilir ve bazen de hızla çıkartılır. Hızlı dünyanın bu "hızlı yiyeceğine" McDonalds gibi yerler de dahildir. Bu hızlı yiyeceklerin insan beslenmesine faydasından çok fazla zararı olduğu da bilinir. Bu "fast food" denilen yiyecekler "junk food" (hurda yiyecek) ve "garbage" (çöp) olarak nitelenir. Fakat gene de birçok kişi, özellikle çocuklar, McDonalds'ın çöplüğünü ve hurdasını evde sağlıklı yemeye tercih ederler. McDonalds gibi yerler dolar taşar. Bu tadlı hurdayı yer ve ardından da "diet cola" içerler. "N'apıyorsun?" dediğinde de, sana, bilmişce, normal kolanın kalorisinin fazlalığından bahsederler. Peki Big Mac, şiş kebab, hot dog ile aldığın kalori, tuz ve kolestorola ne dersin? Helal olsun derim! 

H. TURİST YOLAN MAĞAZALAR

1970'lerin başı. Beşinci caddedeki aynı yolda yürüyorum. Dükkanlar var, çoğunlukla elektronik aletler satan dükkanlar. Bir dükkanın önünde bezden büyük bir afiş asılı. Afiş şöyle diyor:

"KAPANIYORUZ. BÜYÜK İNDİRİM. HERŞEY SATILMAK ZORUNDA"

Bu afiş aynı dükkanın önünde yirmi sene kadar her yaz asılı kaldı. Geçenlerde (Mayıs 1993) kütüphaneden çıktım ve kitapçılara bakmak için yürüyordum. Boy boy kocaman asılı "büyük ucuzluk, kapanıyoruz, büyük indirim" ilanları gördüm. Bu ilanlar sürekli vardır. Sahtekarlığın daniskası tabi.
"Satış ve indirim" olduğunu söyleyen dükkanların bazıları paraya ihtiyaçları olduğu için büyük indirim yaptıklarını, bazıları kontratları bittiğini ve ev sahibinin onları attığı ve herşeyi hemen satmaları gerektiğini, bazıları "yeni idarecilerin geldiğini" ve bu nedenle % 70'e kadar indirim yaptıklarını yazar. Birkaç tanesi camekanları gazeteyle kapatır, yerlere yırtık gazete parçalarıyla doldurur, megafonla çığırtkanlar bağırır:
- Son şans! Büyük indirim! Herşey su fiatına! Bu fırsatı kaçırma!
Bu mağazalarda herşeyin fiat etiketi vardır. Herşey yüzde elliden fazla indirilmiş. Eğer pazarlık yaparsan daha da indirirler. Onlar sattığı malın fiatını çok iyi bilir. Düşünün, indirimle 250 dolarlık birşeyi 100 dolara alıyorsun. Hatta 75 dolara. Fakat burda bilmediğiniz birşey var: O fiat etiketlerini kendileri basıp yazıyorlar. Normal olarak on liraya satacağı bir şeyin fiatını otuz lira gösteriyor, yüzde elli indiriyor ve sana onbeş dolara kakalıyor. Eğer gözü açık geçinen biriyseniz, pazarlıkla belki onbir dolara falan alırsınız. Siz memnun terkedersiniz dükkanı. O memnun ardından güler. Peki turistler kazıklandıklarını sonradan anlamazlar mı? Anlarlar anlamasına da, New York'tan uzakta kendi kentlerinde veya kasabalarında evlerinde olurlar. Yani atı alan Üsküdarı geçmiş olur. Geçmiş olsun!
Arkadaşım Korkmaz ve Zeynep'e ucuza notebook bilgisayar alacağım. Alacağım model her yerde yok. Günlerdir New york'u ve telefonla Amerika'yı kolaçan ediyorum. Diana'nın dediği gibi, ben bazen 5 kuruşa ucuz almak için telefonla ve gidiş gelişle 15 kuruş harcayan sözde-akıllı alışverişcilerdenim. Bu mağazalardan birkaçında aradığım bilgisayar var. Gülünç fiatlar: Üzerinde 3,000 dolar yazıyor, size "büyük indirimle" 1200'e kakalıyor. Reklam veriyorlar New York Times gazetesinde. Gidiyorsun. "O ucuza olan kalmadı, şu var" diye sana başka bir tanesini satmaya çalışıyorlar. Özgür ülkede hem kakalamak hem de kakalanmamak hakkı vardır! Kakalanmamak hakkının üzerinde kakalama hakkı Alaaddin'in devi gibi bağdaş kurmuş oturur. Çabamız, az kakalanaraktan birşey almak olur. Bu dediğimi duyan dev, bana bakıp haince kıs kıs gülüyor.

I. AHIR GİBİ KOKAN PİS METROLAR

Trenler ve otobüsler hemen her yere giderler. Giderler, giderler de, her zaman gitmezler: Üç buçuk saatte Ankara'dan Frankfurt'a gittim geçenlerde. Ordan da 6.5 saatte New York'a. Elimde çantam. otobüse atladım. Sonra da metroya binip eve gidece'm. Belki 40 dakka falan süren bir yolculuk. Yağmur yağmış ve istasyonların bazılarını su basmış. New Yorkta çok yağmur yağar. İndim yer altına. Tren yok. Bir sürü insan. Otobüse binmek gerek. Duraklar insanla dolu. Otobüsler tıklım tıklım. Durakta durmuyorlar bile. Akıllı Türk olarak, birkaç önceki durağa yürüdüm ve otobüse bindim. Otobüs bizi gideceğimiz yere birkaç kilometre uzakta bıraktı. N'apacaz? dedik, yürüyeceksiniz dediler. Uzun köprünün üzerinden on dakka falan yürüyeceksin ve öte tarafta otobüse veya metroya bineceksin. Taksi mi tut? Taksi köprüyü geçinceye kadar biz üç kez gider ve beş kez geri geliriz. Trafik de yürümüyor ki... Neyse 3.5 saatte eve vardım.
New York metrosu New York'un altını ve üstünü bir ağ gibi örer. 24 saat çalışır. Dünya'da eşi yoktur. Trenler yıkanır, temizlenir. Temizlemek için kullandıkları kimyasal madde başını döndürür, miğdeni bulandırır. Metro trenleri bazen bizim hayvan ahırından daha pis kokar ve kirlidir. Özellikle kışın geceleri burnunun direği kırılır kokudan. Çünkü tren oturakları dondurucu soğuktan kaçan evsiz insanların evi ve yatağı olur. Aylardır banyo yapamamışlardır. Elleri ve ayakları bir karış kir içindedir. Leş gibi kokar zavallılar. Trende işerler. Herkes kaçar onlardan. Fakat kokudan kaçamazsın. Yasak olmasına rağmen kesekağıdında gizlice soda ve içki içilir ve trende yere atılır. Okunan gazeteler trende bırakılır. Oturaklar pislik içindedir. Sarhoşlar kusar. Özellikle, gece yarısı, trenlerde seyahat için burnunu çamaşır mandalıyla tıkamanız bile fayda etmez.
Bazı gençler trenin içini yazıyla doldururlar, trende asılı reklamları karalar ve yırtarlar, metrodaki telefonları kırarlar. Durak işaretlerini karalarlar.
Metrolar işçi sınıfını evden işe ve işten eve taşırlar. Çok enteresan, hafta sonlarında nedense servis yavaşlar. Neden? çünkü işyerlerinin çoğu kapalıdır. İşverenin işçiye ihtiyacı olmadığından trenler de aheste çek kürekleri diyerek yola çıkarlar. Halkın gitmek istediği yere yarım veya bir saat geç gitmesinin önemi yoktur, dolayısıyla tren servisi yavaşlar. Hele, hafta içinde, millet akşam eve dönerken trenler gecikir, sinyaller bozulur. Beklesinler, aceleleri ne!
Metrolar evlerin tepesinden büyük gürültülerle geçer. Yer altından geçtiklerinde de yer sarsılır. Bu evlerde yaşayan insanların nasıl uyuyabildiklerine şaşmışımdır. Yeni tanıştığım biri tam tren yolunun yanında oturuyordu. Yani evinin penceresiyle tren arasında on metreden fazla mesafe yoktu. Yalnız tren yolu birkaç metre daha yukardaydı. "Nasıl uyuyabiliyor sunuz?" diye sordum. "Zamanla alışıyorsun, duymuyorsun bile" dedi.
Metrolar metro polisleriyle ve sivil polislerle dolu olduğu halde gene de cinayetlerin, soygunların, hırsızlıkların olduğu bir yerdir. bazen soyulduğunun bile farkına varmazsın. Birkaç kısa örnek vereyim: Tanıdığım biri işten yorgun çıkıyor. Gece vakti. Yolu bir saatten fazla. Oturuyor ve biraz sonra elinde olmadan uykuya dalıyor. Uyandığında ceplerinin jiletle kesildiğini ve bütün parasının çalındığını görüyor. Şanslı ki boynunu da kesmemişler. Metroda uyumak bir daha hiç uyanmama olasılığını getirir.

Öğleden sonra. Hava güzel. New York'ta doğmuş büyümüş, polislik yapmış, dev yapılı 50 yaşlarında bir zenci tanıdığım, Mr Basset, Flushing denen yerden trene her zamanki gibi işe gelmek için biniyor. Birkaç durak sonra üç tane genç zenci çocuk giriyor trene. Kapılar kapanıp tren hareket eder etmez, üçü birden adamın etrafını sarıyorlar. Biri elideki tabancayı Mr Basset'in kafasına dayayarak kımıldamamasını, cüzdanını ve yüzüğünü vermesini istiyor. Veriyor tabi. Tren genellikle bir iki dakka sonra diğer istasyona varır. Tren duruyor. Ona yerinde oturmasını söylüyorlar ve çıkıp gidiyorlar. Mr. Basset en çok evlilik yüzüğünü almalarına içerliyordu.
Kadın eşiyle oturuyor. Eşi tam kapının yanında. Ben de tam karşılarında. Tren durdu. Millet çıktı. Tam kapılar kapanırken 13, 14 yaşlarında bir zenci genç dışardan fırtına gibi içeri daldı, kadının eşinin kolundaki saati koparıp, girdiği gibi çıktı. O an kapılar kapandı ve tren yürüdü. Kadın "oraya oturma demedim mi sana" diye eşine hakarete başladı. Adam sessiz. Yirmi dakka sonra ben trenden indiğimde kadın çenesini hala kapamamıştı. Evlilikte aşk! Kilit vurmak gerek! Kapıya değil tabi, çeneye: İyi çare değil mi? 
Metroların girişleri ve içerisi 1980'lerden beri gittikçe artan dilencilerle dolmaya başladı. Metroda dilenciye rastlamamak hemen hemen imkansızdır. Bunun yanında, uyuyan evsizler, müzik çalıp dilenenler ve ellerinde çantalarla ufak tefek şeyler satan işportacılar. Geçenlerde, bir sihirbaz trende gösteri yaptı ve para topladı. Fena da para yapmadı yani. Ekmek parası kazanmak için insanın yaratıcılık örneği...
Metro akıl almayacak kadar para yapar. Fakat servis hep kötüdür ve bütçe hep açık verir. Ne olur paraya? Büyük kısmı bakıma ve ücretlere gider. Bakım nasıl yapılır? Özel teşebbüse ihaleyle verilir. Bu özel teşebbüsün yaptığı uydurma ve kalitesiz işe bakıp insanın kudurası gelir. Metroya hoparlörler konur. Her on metrede falan bir hoparlör. Onun için hatlar döşenir. Hoparlörler biter. Sözde bu hoparlörler halkla iletişimi kolaylaştıracaktır. Çoğu kez bu hoparlörler çalışmaz. Çalıştığı zaman ise ya denileni anlamak tamamiyle imkansızdır ya da sesin yüksekliğinden ve cızırtıdan kulağın patlamasın diye kulaklarını tıkarsın. Metrolar sürekli boyanır. Boya üstüne boya. Boya değil, göz boyaması! Pofesyonellik asla arama. Kötü ve çatlamış boya temizlenmez, eskinin üzerine vurulan boya da kısa zamanda çatlar ve dökülür. Tamirat bir yerden başlar ve bittiğinde halk sevinir, fakat hemen ardından bir ilerisinde başlar. Orası da bitince, millet sevinmeye fırsat bulmadan bir evvelki yeri tekrar tamire başlarlar. Yani tamir ve trenlerin aksaması New York'lunun günlük yaşamının alışılmış bir parçasıdır. Bu işlere "olur" veren müfettişlerin gözü kör mü dersiniz? Yoksa ceplerine giren gözlerini kapamalarına mı sebep oluyor?
Büyük kentler metrosuz yapamaz. Metro aksadığında veya durduğunda kent felce uğramış gibi olur. Bu da hemen hemen her kış en az bir kez olur. Millet işe gidemez. Sermayenin sözcüsü televizyon habercileri ertesi gün sermayenin kaybettiği paranın hesabını yapıp, sermaye için, iletişim araçları yoluyla "şu kadar milyon dolar kaybedildi" diye ağlarlar. Sermaye tabi söylenen kaybının acısını hemen çıkarır. Peki ücretli insan kitleleri? Onların kayıplarına ne dersin? Burnu yerde sürtünenlerin burunları bir gün daha çok sürtülse ne yazar ki! Lafa bak!

J. SOKAK FAHİŞELERİ

Beşinci cadde üzerinde yürüyüşümüzde sokak fahişelerine rastlamayız, çünkü bu cadde onların işi için uygun değildir. Yürüyüşümüze, yorulmadınsa, 59'uncu sokağa geldiğimizde, sola dönüp 6'ıncı Caddeye doğru devam edelim. Sağımızda meşhur Central Park vardır, solumuzda ise meşhur oteller, barlar ve zenginlerin yaşadığı apartmanlar. Bu otellerin barlarında genellikle yüksek kaliteli orospular içkilerini seksi bir şekilde yudumlarken bir yatışta 300 dolar verecek müşteri veya beeper'larının çalmasını beklerler. Bu barlara gelenlerden çoğu da başka kentlerden birkaç günlüğüne iş için gelmiş, çoğunlukla evli, Amerikan iş adamlarıdır. Son zamanlarda Japon iş adamlarının sayısı da arttı. Amerika'da hakim bir kültürel anlayış vardır: Bu anlayışa göre bu tür durumdaki iş adamları günlük işleri bittikten sonra akşam kaldıkları otelde seks işini düşünürler. Akşam ilk yaptıkları şey yemek yemek ve bara gitmektir. Kendilerinin aramalarına gerek yoktur, çünkü orospular onları bulur. Gece bu iş adamları yapmaları gereken iki işi de yapmışın hissettiği rahatlık ve huzurla uykuya dalarlar: İş ve seks.
Altıncı Cadde'ye geldiğinizde tekrar sola dönün ve 58'inci sokağa doğru yürüyün. Köşeye geldiğinde pek anormal birşey görmezsiniz. Çünkü gündüzdür. Bu köşenin fahişeleri gece işe çıkarlar. Her dört köşede de dikilen fahişeler görürsün. Eğer gündüz fahişe görmek isterseniz, o zaman yürüyüşünüzü dokuz ve onuncu caddeye kadar yapmanız gerek. En iyisi arabanızla dokuzuncu veya onuncu cadde üzerinde güneye doğru sürmektir: Mallarını tamamiyle ortaya sermiş, şahane vücutlu, genç kızlar seni ve arabanı durdurur ve sorarlar. Dudaklar uçuklar bazılarının güzelliğine bakıp. Bazı kadınlar kıskançlıktan kudurup analarına kahrederler, neden beni çirkin doğurdu diye. Peki işlerini nerde yaparlar? O çevredeki her yerde. Oteller New York'da pahalı olduğu (en az 98 dolar) ve kimlik sordukları için çoğu fahişeler New York ile New Jersey'i bağlayan alt geçit önünde dururlar. Çünkü alt geçitten New Jersey'e geçer geçmez yol kenarında Moteller vardır. Bu moteller "birkaç saatlik kısa süreli kalış için" 20 ile 30 dolar arası bir ücret alırlar. Bazılarının banyo küvetleri çok geniştir. Televizyonu açın, katıksız seks filmi. Herhalde bazıları "seyretmeden" yapamamıyor olmalı.. Belki de bilmiyorlarsa öğrensinler diye. Ayrıca, New York'ta bu işten para yapan küçük oteller vardır. O otellere de giderler. Acele işi olan ve "boşalıp zevk almak isteyenler," ve onbeş yirmi dolardan fazla parası olmayanlar ise arabalarının içinde oral seks ile yetinirler. Bu işler yalnız New York'da değil her yerde olur. Örneğin, Brooklyn'i Manhattan'a bağlayan Williamsburg köprüsünün altında, siyah elbiseli, siyah sakallı yahudileri arabalarının içinde oturuyor görürsün. Bakarsın yüzlerine. Yüzleri parlıyor. Nur gibi. Huşu içinde. Dua ediyorlar sanırsın. Ya bir Ispanyol ya da zenci bir kadın gömmüş başını Yahudinin kucağına... Artık ne yaptığını siz tahmin edin.
Amerikada büyük vurgunu "escort servisi" denen gerçekte örgütlenmiş ticari özel orospuluk-şirketleri yapmaktadır. Bu şirketler için çalışan kadınlar ya her gün sekiz saat işci gibi kendilerini satarlar ya da "isteklerine göre, istedikleri zaman" seçim yaparlar. Büyük parayı 24 saat iş yapan şirketler vurmaktadır: Kadını şoför alır ve "escort isteyenin" istediği yere götürür. Bu genellikle ya oteldir ya da ofis. Kadını bırakır ve dışarda bekler. Kadının 'beeper" denen aleti vardır ve bunu tehlikeyle karşılaşırsa şoföre sinyal vermek için kullanır. Şoför böylece hem koruyucu hem de kadını taşıyıcı rolünü oynar. Kadının saatte yaptığı 300-400 dolar şirket, şoför ve kadın tarafından bölüşülür. Kadın işini bitirdikten sonra döner, ve ya bir parkta ya da bir barda şirketin "yeni müşteri var" sinyalini bekler. Müşteri çıkınca şirket kadının beeperini çalar ve kadın da adresi almak için hemen telefona koşar.
Aralarındaki rekabet çok fazla olduğundan, bazı fahişeler zorunlu olarak halkın yaşadığı iç bölgelere gitmektedirler. Oralarda otel falan olmadığı için, işlerini kiliselerin önünde, okulların bahçesinde, mezarlıkta, milletin evinin girişinde ve bulabildikleri her kuytu köşede yaparlar.
Amerika'da "genel ev" mefhumu yoktur. Fahişelik kanuna aykırıdır. Fahişe arayanlar da kazara fahişe kılığındaki polis-kadına rastlarlarsa hemen karakola götürülür, kimlikleri tesbit edilir, zabıt tutulur, resmi çekilir, parmak izi alınır, ceza yazılır ve kısaca eğer evliyse başına büyük bir iş açılır. Joe, dikkatli ol! Hele Miami'de durum Joe için çok kötü: Ocak 1994'den itibaren, orospuyla yakalananlar meşhur olacaklar; Çocukları ve eşleri televiyon Kanal 9'da babalarının ismini solukları kesilmiş bir vaziyette heyecanla izleyecekler.
Amerika'nın kentleri sokak fahişeleriyle doludur. Bazı kasabalar bu bakımdan meşhurdur. Örneğin Pennsylvania'nın Wheeling kasabası böyle bilinir. Kızların bazıları üniversitelerde fahişelik yapar ve okul masraflarını çıkartırlar. Yalnız New York kentinde (Manhattan'da) beş bin tane sokak fahişesi olduğu tahmin edilmektedir. Sokak fahişelerinin yanında (a) özel evlerde bu işi yapanların sayısı belli değil. Bizim mahallenin köşesindeki büyük apartmanda böyle birkaçı olmalı ki önünden araba eksik olmuyor. (b) Ayrıca "call girls" ve 900 servisi gibi telefonla çağrılan kadınlar ve servisler hali vakti yerinde olanların, zenginlerin, siyaset adamlarının, zengin iş adamlarının boşalma ihtiyaçlarını giderme hizmetini yüksek ücretle severekten sağlarlar. Call Girls: Çok pahalı bel torbaları! (en ucuz 300 dolar) (c) Tabi yalnız kesene göre değil, aynı zamanda zevkine göre: Bazıları telefonda seks yapmayı sever. Bunun için de pek aramaya gerek yok: Televizyonlar ve özellikle gazeteler bu tür "one to one" telefon seksi reklamlarıyla doludur. Rekabet çok olduğu için reklamlar da çekici ve iştah açıcıdır.

Bu şehirler hiç uyumuyor!

Dünyanın en heyecan verici ülkelerinden biri… Hayaller ülkesi… En şiddetli mitolojilerin, değişik kültürlerin bir arada bulunduğu yer Amerika… Keşfetmeye hazır mısınız?
Birbirinden tamamen farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bu ülke, Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayınlanmasından sonra dünyanın en güçlü ülkelerinden biri konumuna geldi. Kısaca Amerika, sanatıyla, kültürüyle, teknolojisiyle, gece hayatıyla "anlatmakla olmaz yaşanır" denilebilecek bir ülke...
Her yeri ayrı bir güzel, her yeri ayrı ışıltılı… Ve herkesin gitmek, görmek istediği bir ülke… Eğer gelişmiş ülkeleri gezmeye meraklıysanız, eğer kocaman şehirleri gezmeyi tanımayı sevenlerdenseniz, eğer Hollywood yıldızlarının yaşadığı yerleri hep merak ederim diyenlerdenseniz, Amerika tam size göre! Vize konusunda biraz titiz davranan ülkelerden biri de Amerika, hele ki son terör olaylarından sonra biraz daha zorlasalar da Amerika’nın o büyüsüne kapılmak için değer gibi gözüküyor…

“Uyumayan Şehir” New York…

 Amerika’nın en popüler şehirleri arasında, her daim 24 saat hareketlilik, korna sesleri ve gürültü duyabileceğiniz bir şehir New York. Yaklaşık 9 saat sürecek bir uçak yolculuğu ile varabileceğiniz New York’ta, her an bir Hollywood yıldızıyla, ya da favori basketbol takımınızın bir oyuncusuyla karşılaşabilirsiniz. Işık oyunlarının büyüsüne kapılıp, alışveriş çılgınlığını içinizde en derinlerde hissedeceğiniz bu ülkede, eğlencenin en doğru adresinde olduğunuzu da hissedebilirsiniz. Alışveriş merkezleri, yüksek binalar, geniş caddeler ve her an karşılaşabileceğiniz ünlüleri ile “New York” söylendiği gibi uyumayan bir şehir… Hele ki ünlü caddelerini gezmeden, burada alışveriş yapmadan ya da yoğun kalabalığın içinde kaybolmadan New York’u gördüm diyemezsiniz… New York Soho, Time Meydanı, 5. Cadde Amerika ile özdeşleşmiş bölgelerden... Bu caddelerde lüks mağazalarla, ışıl ışıl vitrinlerle karşılaşabilirsiniz. Bu mağazalardan alışveriş yapmasanız bile bir göz atmakta fayda var. Eğer aradığınız değişik objeler ise, New York ve San Francisco'da bulunan Çin Mahalleleri size önerebileceğimiz seçeneklerin başında geliyor. Bu mahallerde kurulan ufak pazarlardan, birçok değişik obje satın alabilirsiniz. Elektronik eşya satın almak istiyorsanız, Çin Mahallesi ucuz fiyatlarıyla sizi alışverişe davet eden bölgelerin arasında yer alıyor.


New York’un ışıltısı, Los Angeles’ın eğlencesi…

Alışverişten sonra gürültüden ve kalabalıktan bunalırsanız eğer, kafanızı dağıtmak için gitmeniz gereken ilk yer Central Park… Daha sonra ki durağınız ise kesinlikle Battery Park’ta bulunan South Ferry iskelesinden kalkan gemilerle Amerika’nın sembolü olan “Özgürlük Anıtı” olmalı… Harlem, Çin Mahallesi ve Little Italy… Üç farklı sokak, aynı zamanda üç farklı kültür demek, bu bölgeler görülmeden geri dönülmemeli… Güneş, deniz ve kumsallar, bunun anlamı Amerikalılar için Los Angeles demek… Malibu sahillerinde denize girip, güneşin tadını doyasıya çıkarmak isteyenler için, ünlülerin ayak izlerinin bulunduğu caddeyi gezmek için Hollywood’u, eğlencenin ruhunun yaşadığı, her yıl onlarca milyon insanın akın ettiği yerde çılgınlar gibi eğlenmek için Disneyland’ı, lüksün son durağında gezinmek için Beverly Hills’i yalnızca Los Angeles’ta görebilirsiniz… Başkent Washington… Dünyanın gözünün üzerinde olduğu, Washington denince ciddiyet rüzgarlarının estiği yerden bahsediyoruz. Ama o ciddiyet, gelen misafirleri gayet güler yüzü ile karşılıyor. Öyle ki FBI Binasında, heyecan tutkunları için minik gösteriler bile yapılıyor. Jefferson Anıtı, Beyaz Saray, dünya sanatçılarının eserlerinin sergilendiği National Gallery of Art Washington’da ziyaret edilmesi gereken yerlerden bazıları…

Amerika’da ne yemek isterdiniz?

Amerika’da gezerken karnınız acıksa ne yersiniz diye sorsalar, belki herkes fast-food diye cevap verir. Tüm dünyaya yayılan fast-food kültürünün anavatanı tabii ki Amerika. Ama Amerika’da yaşayan farklı kültürler sebebi ile dünya mutfaklarının pek çoğu ile karşılaşmanız mümkün. Mesela deniz ürünleri ve pizzayı New York’ta, Çin yemeğini Washington’da, İtalyan Yemeklerini Hollywood’da yiyebilirsiniz. Hele ki New York’un ünlü caddelerinde dünya mutfaklarının seçmeleri ile sıklıkla karşılaşabilirsiniz. Amerika’nın her sokağında her caddesinde, her şehrinde apayrı bir eğlence kültürüyle karşılaşabilirsiniz. Ülkenin dört bir yanında açılmış olan barlar ve kulüpler adeta sosyal bir sahne oluşturuyor. Barlara girme yaşı 21’den başlayan Amerika’da kulüp görevlileri kapıda kimlik sorgulaması yapıyor. Boston, Chicago, Las Vegas, Los Angeles, Miami, New Orleans, New York, San Francisco ve Washington DC. eğlencenin kalbinin attığı şehirlerden… Spor müsabakaları ise Amerikalıların sosyal hayatlarının bir parçası haline gelmiş durumda. Bez bol maçları, Amerikalıların en ucuz eğlencelerinden biri. Amerika'da müzik; jazz ve blues anlamına geliyor. Bir çok mekanda jazz dinleyebilir, ünlü şarkıcıların sahne aldığı yerlerde eğlenebilirsiniz. Amerika'da dinlediğiniz müziklerin yaratıcılarının, en iyi müzik gruplarının, şarkılarına ilham olan sokaklarda bulunduğunuzu bilmek sizi müthiş heyecanlandıracak…

Amerika’da trafiğin yoğun olmasından dolayı, şehir içi yolculuklarında ağırlıklı olarak metro tercih ediliyor. Metro haricinde, otobüs ve taksi ile de yolculuk yapılabilen ülke de, taksiye binmek yerine araba kiralamanız daha ucuz bir yöntem olacaktır.

Ülkede belirli günlerde kutlamalar, törenler ve ibadetlerine bağlı olarak toplantılar düzenleniyor. Her yıl 4 Temmuz’da Amerika’nın Bağımsızlık Günü, tüm ülkede havai fişekler, konserler ve partiler ile kutlanıyor. Eğer seyahatiniz o güne denk gelirse, bu kutlamayı görmekten çok memnun kalacaksınız. Her yıl Kasım ayının son perşembesi olarak kabul ettikleri Şükran Günü’nde ise, aile bireylerinin de hazır bulunduğu toplantılar düzenleniyor ve bu toplantılarda genellikle hindi yeniyor.

Amerika'nın her şehrinde her bölgesinde hatta her köşe başında hediyelik objeler, kıyafetler, aradığınız aramadığınız her şeyi, her yerde kolaylıkla bulabilirsiniz.

Green Card Kazandıktan Sonraki Aşamalar


Green Card çekilişini kazandıysanız adresinize A-4 boyutundan biraz daha büyük beyaz bir zarf postalanacak. Bu zarfın içinde 2014EU... ile başlayan "Case Number"ınızı belirten, ilerideki bir tarihte görüşmeye çağrılacağınızı bildiren bir ön yazı ve doldurmanız gereken belirli formlar bulunacak.

Bundan sonra ne olacak?

1. Formları dolduracaksınız

2. Resim çektireceksiniz

3. Formları "Kentucky Consular Center"a yollayacaksınız

4. "Case Number"ınızın güncel (current) olmasını bekleyeceksiniz.

5. Mülakat tarihinizi bildiren "Paket 4"ün gelmesini bekleyeceksiniz (bu arada size gerekli olacak evrakları toplamaya başlayabilirsiniz)

6. Paket 4te bildirilen tarihte konsoloslukta mülakata gireceksiniz

7. Herşeyiniz yeterli bulunursa göçmen vizesi bulunan pasaportunuz 1 hafta içinde size teslim edilir

8. ABD'ye ilk girişinizi vizenin vurulduğu tarihten itibaren 6 ay içerisinde yapmanız gerekecektir

9. ÇOK ÖNEMLİ - Evlenmeyi düşünüyorsanız

Green Card çekilişini kazandınız diye ertesi gün bavullarınızı toplayıp ABD'ye gideceksiniz anlamına gelmez. çekilişi kazanınca Greed Card değil, Green Card'a başvurma hakkını kazanıyorsunuz.

Asıl sınav şimdi başlayacak. Çekilişi kazandığınızı belirten yazı elinize ulaştıktan pasaporta Green Card vizesi işlene kadar ortalama olarak 6-8 ay geçer.